Sosyal Medya

Makale

‘Yargı Gücü’, devlet dışı ya da ‘başına buyruk’ mudur?

Adâlet’ fikri ve özlemi ve onun gerçekleÅŸtirilmesi ideali, insanlık tarihini taa baÅŸtan beri meÅŸgul etmiÅŸtir.

Adâlet’in deÄŸiÅŸmez ölçüsünü insanlara ‘Ä°lahî vahy’e dayalı dinler bildirmiÅŸtir.

‘BeÅŸerî mektepler’ de insanın adâlet arayışına cevap verebilmek için, ‘hukuk’ kavramı üzerinde asırlar boyu felsefî ve fikrî sahada kafa yormuÅŸtur.

Ancak açıktır ki, beÅŸerî mektepler mahiyeti gereÄŸi, hayatın düzenlenmesi için ‘de facto’, yani  fiilî duruma uygun hukukî kalıp ve kılıflar sunarken; ‘Vahy-i ilahî’ ise, ‘de jure’, yani hayatın hak kavramına göre ÅŸekillenmesini esas alan bir anlayışı ve dünya görüşünü esas almıştır.

***

Hz. Ali’ye nisbet olunan ‘Adâlet mülkün temelidir’ sözü, müslümanların kültüründe adâlete duyulan özlem ve saygının bir ifadesidir. Ki, Abbasî Halife-Sultanı’nın kendi zulmünü meÅŸru’ bir kılıfa kavuÅŸturmak için kendisine baÅŸyargıç yapmak kurnazlığına karşı Ebû Hanife Hz.’nin sergilediÄŸi muhteÅŸem direniÅŸin hikayesi de bir ayrı güzel örnektir.

Her ne kadar, ‘idealite / olması gereken’  ile realite /olan arasında az veya çok farklılıklar daima bulunsa bile, hak ve adâlet kavramı Müslümanların hayatındaki en etkin en temel kavramlardandır.

***

Tabiatiyle, adâlet ve hak kavramı bizim hayatımızın hem ferdî alanında hepimizi baÄŸladığı gibi, sosyal hayatımızın da bu kavramlara göre ÅŸekillenmesi esastır. Adâlet ve hak kavramının sosyal planda uygulanabilmesi açısından en gerekli kurum olarak, Devlet denilen ve üç aslî unsurdan oluÅŸan bir sosyal üst-yapı kurumunun oluÅŸmasına da gerek vardır. Bu üç unsur, a) BaÅŸka bir gücün iradesi altında olmayan bir coÄŸrafya/ toprak, b) Müstakil/ bağımsız yaÅŸamak azmini ortaya koyan bir halk / millet ve, c) Bu iki unsur üzerine, otoritesini tesis etmiÅŸ olan bir yönetim mekanizması, rejim..

***

Ama, Devlet ve hele de onun yönetim mekanizması bununla mükemmel mânâda tamamlanmış olmuyor.

Adâlet alanında uzuuun asırlar boyu çekilen acılara, iÅŸlenen nice büyük zulümlere karşı, 1789-Fransız Ä°htilali döneminde Montesquieu ve J.J. Rousseau gibi fransız düşünürlerinin, beÅŸerî hukuk alanında geliÅŸtirmeye çalıştıkları temel kavramlardan birisi de  ‘kuvvetler ayrılığı’  prensibidir.

***

Nedir ‘kuvvetler ayrılığı’?

Bir devlet yapısının yönetim mekanizmasında, rejiminde, üç ayrı temel gücün varlığının zarûreti kabul edilmiştir.

1- TeÅŸrî’  (Kanun koyma/ Yasama) organı, Meclis..

2- Ä°cra (Yürütme) organı, Hükûmet mekanizması..

3- Yargı (Kazâ, hüküm verme) organı, mahkemeler..

***

Elbette, bu  Ã¼Ã§ güç, ancak bir devlet yönetim mekanizmasının olmasını gerektirir. Devlet’in başında da, bir Ä°mparator, Kral/ kraliçe, Åžah, PadiÅŸah, Sultan, Melik, CumhurbaÅŸkanı, BaÅŸkan, Önder, BaÅŸbuÄŸ/ Führer vs. isimleri altında tek kiÅŸi bulunur.

Bizde, CumhurbaÅŸkanı, bu Ã¼Ã§ temel güç baÅŸta olmak üzere, bütün devlet organları arasındaki ahengi saÄŸlamakla mükelleftir.

Bakmayınız siz, bugünlerde kemalist-laiklerin, 90 yıllık kemikleÅŸmiÅŸ bürokratik- oligarÅŸik kadroların, ‘kuvvetler ayrılığı’ aÅŸkının depreÅŸmesine..

M. Kemal, ‘Ne demek, kuvvetler ayrılığı? Kuvvetler bir olacak ki, devlet güçlü olsun..’  derdi. 

***

Bir rejimin bünyesinde bulunması gerekli olan bu Ã¼Ã§ temel güç organından hiçbirisinin diÄŸerine hükmedemeyeceÄŸi ve bu güçler arasında bir öncelik ve üstünlük olmadığı açık olup, aralarında bir ihtilaf ortaya çıkarsa, onu gidermek de, Devlet BaÅŸkanı’nın vazifesi iken..

Ancak, işte bu noktada bizdeki sistemde bir temel çarpıklık sözkonusu..

Şöyle ki, Meclis’in çıkardığı kanunlar da, Hükûmet’in kararları da ancak Devlet BaÅŸkanı’nca imzalandıktan sonra yürürlüğe girerken.. Yargı gücü, sanki devlet otoritesi dışında, başına buyruk imiÅŸ gibi, Yargı gücünün de başı olan/ olması gereken CumhurbaÅŸkanı bu konuda yetkisiz sanılmaktadır. 

Asıl problem de, bizde, buradan başlıyor.

(Bu konuya yarın da değinelim, inşaallah..)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.